Efendim bu ülkede fikirlerinizi açık açık dile getiriyorsanız; bir kere başınızın belaya girmesi riskinden önce anlatmak istediğinizi anlatamama sorunuyla karşı karşıyasınız demektir. Bundan kastım sizin yetersiz olmanız değil; tam aksine sizin yeterli olmanızın yetmemesi sorunsalıdır.
Hatta keşke siz yetersiz olsanız da, yeterince kelimeniz olmasa da; iki cümleyi bir araya getiremeyip saçmalasanız da derdinizi anlatamasanız ve canınız da o kadar yanmasa.
Zaten asıl can yakan siz anlatmak istediğiniz düşünceyi en açık şekilde ifade edip de karşıdakinin sizi sadece tek bir noktadan bakıp öyle algılaması ve sizin anlattığınız şeyi değil anlamak istediği şeyi anlamasıdır en basit ifade ile.
Siz bütününde siyahı anlattığınız bir düşüncenizde beyazdan, yeşilden, kırmızıdan her renkten bahsedebilirsiniz. Hatta siyahın adı bile geçmez belki onu ifade ederken ama bütününde varmak istediğinz yer siyahtır. Ama karşıdaki muhattap olduğunuz kişi; sadece beyazı, sadece yeşili, sadece kırmızıyı idrak edebilen bir zatsa; sizin anlattığınız şey de sadece onun görmek istediği renk olur.
Bu durum da insanı içten içe bitirir.
Ve malesef bizler de sadece belli renkleri algılayabilen insanların çoğunlukta, hatta ezici çoğunlukta, olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
İşte bu yüzden de bizler mutlu insanlar olamıyoruz. Çünkü biz anlamıyoruz birbirimizi. Çünkü bizim birbirimizi anlamamız için öncelikle bir şeyleri anlamayı anlamamız gerek.
Biz her şeyde ezbere yaşıyoruz hayatı.
Vatanı da ezbere seviyoruz, sevgilimizi de annemizi babamızı da. O yüzden itiraz etmiyoruz çoğu şeye çünkü; neye itiraz edip neyi destekleyeceğimizi bilmiyoruz ki. Ettiğimiz itirazlar da ezbere itirazlar oluyor zaten tıpkı itiraz etmediklerimiz gibi.
Çünkü biz okumuyoruz.
Bize göre "okumak" kelimesi "diploma" demek çünkü.
İşte bu yüzden hayatında kitap okumamış üniversite mezunlarıyla dolduruyoruz tüm ülkeyi. Hani o daha önce bahsettiğim "okuyan cahiller" ile.
Biz okul okuyup kitap okumayan bir nesiliz.
Bu yüzden de dünyanın en basit sorunlarına sahip insanlar olarak çözemiyoruz hiç bir sorunumuzu. Çünkü dinlemiyoruz, dinlesek bile anlamıyoruz, anlamayınca da kavga ediyoruz. Bunun adına da "dış mihraklar, Amerika oyunları, dincilerin işi, ailesi sorunlu, kişilik problemi var, beni anlamıyor, federasyon istifa, hakem taraf tuttu vs. vs." diyip çıkıveriyoruz her işin içinden. Yani hangi renge sahipsek diğer rengi suçluyoruz ortadaki sorun için.
Böylece ortaya kapkara bir sonuç çıkıyor.
Göremiyoruz ki asıl sorun biziz.
Her ayrılıktan sonra sölediğimiz o "Sorun sende değil bende" yalanı aslında gerçeğin ta kendisi.
Biz okumuyoruz. Biz okursak da sadece yeşili sadece beyazı sadece kırmıyı okuyoruz. Önümüze konan siyahtan da o yeşilleri beyazları görüyoruz sadece.
Bizim bu kapalı algılarımızla ilgili Kafa Dengi programında Murat Menteş'in bir kaç sözüne rastladım. Sırrı Süreyya Önder ve Onur Ünlü'nün de katkıda bulunduğu bir kaç söz;
"Shakespeare'i okumamış bir beyin cerrahının masasında olmayı istemem; Dostoyevski okumamış bir psikiyatra asla güvenemem ya da Yunus Emre bilmeyen bir matematik öğretmeni bize gerçekte bir şey öğretemez."
İşte tam olarak anlatmaya çalıştığım şey.
İşte tüm sorunlarımızın kaynağı.
Bizim doktorlarımız Shakespeare okumuş olsaydı bugün pek çok sağlık sorununu çözebilirdik.
Bizim polislerimiz Mevlana'yı okuyup anlayabilme yetisine sahip olsalardı karakolda insanlara işkenceler yapılmazdı.
Bizim hakimlerimiz Halil Cibran okusaydı Deniz Gezmiş bugün yaşıyor olurdu.
Okusaydık; konuşmayı da susmayı da, kabul etmeyi de itiraz etmeyi de, sevmeyi de ayrılmayı da, ağlamayı da gülmeyi de becerebilirdik hayatın her safhasında.
Beceremedik. Olmadı.
herbokubilenadam.blogspot.com
Hatta keşke siz yetersiz olsanız da, yeterince kelimeniz olmasa da; iki cümleyi bir araya getiremeyip saçmalasanız da derdinizi anlatamasanız ve canınız da o kadar yanmasa.
Zaten asıl can yakan siz anlatmak istediğiniz düşünceyi en açık şekilde ifade edip de karşıdakinin sizi sadece tek bir noktadan bakıp öyle algılaması ve sizin anlattığınız şeyi değil anlamak istediği şeyi anlamasıdır en basit ifade ile.
Siz bütününde siyahı anlattığınız bir düşüncenizde beyazdan, yeşilden, kırmızıdan her renkten bahsedebilirsiniz. Hatta siyahın adı bile geçmez belki onu ifade ederken ama bütününde varmak istediğinz yer siyahtır. Ama karşıdaki muhattap olduğunuz kişi; sadece beyazı, sadece yeşili, sadece kırmızıyı idrak edebilen bir zatsa; sizin anlattığınız şey de sadece onun görmek istediği renk olur.
Bu durum da insanı içten içe bitirir.
Ve malesef bizler de sadece belli renkleri algılayabilen insanların çoğunlukta, hatta ezici çoğunlukta, olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
İşte bu yüzden de bizler mutlu insanlar olamıyoruz. Çünkü biz anlamıyoruz birbirimizi. Çünkü bizim birbirimizi anlamamız için öncelikle bir şeyleri anlamayı anlamamız gerek.
Biz her şeyde ezbere yaşıyoruz hayatı.
Vatanı da ezbere seviyoruz, sevgilimizi de annemizi babamızı da. O yüzden itiraz etmiyoruz çoğu şeye çünkü; neye itiraz edip neyi destekleyeceğimizi bilmiyoruz ki. Ettiğimiz itirazlar da ezbere itirazlar oluyor zaten tıpkı itiraz etmediklerimiz gibi.
Çünkü biz okumuyoruz.
Bize göre "okumak" kelimesi "diploma" demek çünkü.
İşte bu yüzden hayatında kitap okumamış üniversite mezunlarıyla dolduruyoruz tüm ülkeyi. Hani o daha önce bahsettiğim "okuyan cahiller" ile.
Biz okul okuyup kitap okumayan bir nesiliz.
Bu yüzden de dünyanın en basit sorunlarına sahip insanlar olarak çözemiyoruz hiç bir sorunumuzu. Çünkü dinlemiyoruz, dinlesek bile anlamıyoruz, anlamayınca da kavga ediyoruz. Bunun adına da "dış mihraklar, Amerika oyunları, dincilerin işi, ailesi sorunlu, kişilik problemi var, beni anlamıyor, federasyon istifa, hakem taraf tuttu vs. vs." diyip çıkıveriyoruz her işin içinden. Yani hangi renge sahipsek diğer rengi suçluyoruz ortadaki sorun için.
Böylece ortaya kapkara bir sonuç çıkıyor.
Göremiyoruz ki asıl sorun biziz.
Her ayrılıktan sonra sölediğimiz o "Sorun sende değil bende" yalanı aslında gerçeğin ta kendisi.
Biz okumuyoruz. Biz okursak da sadece yeşili sadece beyazı sadece kırmıyı okuyoruz. Önümüze konan siyahtan da o yeşilleri beyazları görüyoruz sadece.
Bizim bu kapalı algılarımızla ilgili Kafa Dengi programında Murat Menteş'in bir kaç sözüne rastladım. Sırrı Süreyya Önder ve Onur Ünlü'nün de katkıda bulunduğu bir kaç söz;
"Shakespeare'i okumamış bir beyin cerrahının masasında olmayı istemem; Dostoyevski okumamış bir psikiyatra asla güvenemem ya da Yunus Emre bilmeyen bir matematik öğretmeni bize gerçekte bir şey öğretemez."
İşte tam olarak anlatmaya çalıştığım şey.
İşte tüm sorunlarımızın kaynağı.
Bizim doktorlarımız Shakespeare okumuş olsaydı bugün pek çok sağlık sorununu çözebilirdik.
Bizim polislerimiz Mevlana'yı okuyup anlayabilme yetisine sahip olsalardı karakolda insanlara işkenceler yapılmazdı.
Bizim hakimlerimiz Halil Cibran okusaydı Deniz Gezmiş bugün yaşıyor olurdu.
Okusaydık; konuşmayı da susmayı da, kabul etmeyi de itiraz etmeyi de, sevmeyi de ayrılmayı da, ağlamayı da gülmeyi de becerebilirdik hayatın her safhasında.
Beceremedik. Olmadı.
herbokubilenadam.blogspot.com