İyi bir insan olmaya çalışıyordum. Gerçekten. Sabahları uyanıyor, kimseye zarar vermeden kahvaltımı yapıyor, sokakta kedilere selam veriyor, insanlara fazla bulaşmamaya çalışıyordum. Sonra bir gün biri geldi ve dedi ki: “Sadece iyi olmak yetmez.” Öyle dedi, evet. Birden içime tuhaf bir sıkıntı düştü. Neden yetmiyordu? Onca yıl boşuna mı iyi olmuştum? Daha ne yapmalıydım? Gökyüzüne bakıp gülümsemek mi gerekiyordu? Herkesin elini mi sıkmalıydım? İyiliği broşürle mi dağıtmalıydım?
Ama sonra anladım ki, mesele sadece iyi olmak değilmiş. Meğer kötülük bulaşıcı bir şeymiş. İnsan sadece iyi olarak kalamıyormuş. Yani kalabiliyordu belki ama bu, karanlık bir odada beyaz gömlekle dolaşmak gibi bir şeydi. Öylece duruyorsun ama üzerindeki tozlar seni kirletiyor, farkında bile olmadan. Kötüye bulaşmadan iyi kalmak istiyorsan, kötüden de uzak durmalıymışsın. Mevlana’nın bir sözü varmış, duymuştum ama çok da üzerinde düşünmemiştim: “Bülbül güle, karga çöplüğe götürür.” Bir gün aynaya baktım ve dedim ki: “Ben şimdi hangi kuş oldum?”
İlk başta böyle şeylere inanmazdım. Ne yani, birileriyle oturup kalkınca onlara mı benzeyecektim? Kendi kararlarımı kendim vermiyor muydum? Kendi doğrularım yok muydu? Sonra bir baktım ki yokmuş. Varmış da pek sağlam değilmiş. İnsan zamanla, fark etmeden dönüşüyormuş. Önce bir düşünceye gülüyorsun, sonra kabul ediyorsun, en sonunda o düşünceye sen de sahip çıkıyorsun. Ve işin kötüsü, en baştan beri öyle düşündüğünü sanıyorsun. İşte o zaman işler karışıyor.
Bir süre sonra fark ettim ki, mesele sadece iyi olmak değilmiş. İyi kalabilmek için kötüyü tanımak, hatta mümkünse ondan uzak durmak gerekiyormuş. Ama bu o kadar kolay değilmiş. Çünkü kötülük, kötü insanların yaptığı büyük şeyler değilmiş sadece. Kötülük bazen çok küçük, çok masum bir şekilde girermiş hayatına. Kimi zaman tatlı bir dost sohbetinde, kimi zaman “Zaten herkes yapıyor” denilen küçük bir tavizde, kimi zaman da “Boş ver, önemli değil” diyerek kabullendiğin şeylerde saklanırmış.
Sonra dedim ki, bari çok geç olmadan anlayayım bunu. Çünkü insan bazen yanlış yerlerde doğru olmaya çalışıyor. Akıntıya karşı kürek çektiğini sanıyor ama bir bakıyor, aslında çoktan suyun bir parçası olmuş. Sonra suçu akıntıya atıyor. Ama herkesin bir bahanesi var zaten, değil mi? Yanlış insanlarla doğru düşünceler paylaşmaya çalışıyor insan, sonra bakıyor ki o düşünceler çoktan eğilip bükülmüş, üstüne bir de onun adı yazılmış. “Bak işte,” diyorlar, “sen de artık bizdensin.” Korkunç olan ne, biliyor musun? İnsan en çok buna gülüyor. Önce komik geliyor, sonra alışıyor. Sonra bir sabah uyanıyor ve aynadaki yüz ona ait değil. Ama çok geç.
O yüzden sadece iyi olmaya çalışmaktan vazgeçtim. Çünkü iyi olmanın bir anlamı kalmıyor, eğer kötüyle aynı masaya oturmuşsan. Bir noktada ya sofradan kalkacaksın ya da herkes gibi yemeğe devam edeceksin. Kalkmazsan, “Ama ben sadece iyi olmak istedim” diye kendini kandırmaya devam edeceksin. Kalkarsan, yalnız kalacaksın. Zor iş. Ama zor diye yapılmayacak mı yani?
Keşke biri daha önce söyleseydi. Keşke biri beni dürtüp, “Yanlış yerde doğru olmaya çalışma” deseydi. Ama kimse demedi. Ben de kendim öğrendim. Biraz geç, biraz pahalıya. Olsun, en azından şimdi söylüyorum:
Sadece iyi olmak yetmez, kötüden de uzak durmak gerek.
Ama sen de biliyorsun ki, bunu kimse ciddiye almayacak. İnsanlar her zamanki gibi istedikleri kadarını duyacak, gerisini çöpe atacak. Çünkü iyilik hâlâ bir süs eşyası gibi taşınıyor; lazım olduğunda vitrinde, can sıktığında arka raflarda. O yüzden ne yapalım, fazla uzatmayalım.
0 yorum:
Belki sen de katılırsın bir dizeyle.