Ölüm Risalesi

bir gün öleceğim biliyorum
bunu her an ölür gibi biliyorum
anamın yüreğinde bir kor
ölene dek sönmeyecek bir ateş
kımıldanıp duracak hep karım bomboş bulacak dünyayı
- nolurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
oysa insan yalnız ölür
ama o olmayacak dualarla teselli arayacak kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
bir süre kaçacaklar insanlardan
boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
sonunda onlar da kabullenecekler öylesine 
ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
- yaşayıp gidiyorduk yahu
ne vardı acele edecek!
diyecekler biliyorum yaklaşıyoruz her an
biliyorum oruçlu doğar insan
ölümün iftar sofrasına 

Erdem Bayazıt

Oyunda Kal



Sen büyüyorsun.
Büyüdükçe daha zor anlaşıldığını düşünüyorsun.
Eskiden yaptıkların o kadar keyif vermiyor.
Çevrende farklı alışkanlıklarda da görüyorsun.
Kafan iyice karışıyor.
Aslında biliyor musun?
Bazı soruların cevapları içindedir.
Senin sorularının da bir cevabı var; oyun.
Çünkü sen aslında büyüsen de, oyun bitmez. Sadece
şekil değiştirir.

Unutma!

Tek ihtiyacın, seni yolundan çıkarmak isteyenlere
kulak asmamak ve oyunda kalmak.
Hayatta kazanmak da var kaybetmek de.

ama vazgeçmek yok! Sen yeter ki…

Oyunda kal ki sıkıştığında seni perdeleyecek arkadaşların olsun.

Seni destekleyen bir takımın olmasına izin ver…

çünkü oyunda faul olursa, onun bir serbest atışı da olur…

Çünkü eğer oyunda kalırsan, her zaman kazanamasan bile asla kaybeden olmazsın.

Yalnız Ardıç


Gerçek bir devrimci mi görmek istiyorsun? İşte burda gerçek bir devrimci var; Yalnız Ardıç. Yüzyıldır burda tek başına zamana ve olaylara şahitlik eder. Asla suçlamaz, yargılamaz, savunmaz. Ama gölgesini de kimseden ve hiç bir şeyden esirgemez. Bütün devinimi kendi içindedir. Burda böyle tek başına ve dimdik durur. Eşhedü der. Ben şahidim. Yargıç değilim, savcı değilim, avukat değilim. İşte bu gerçek bi duruştur. Devrimci duruşu, Müslüman duruşu, insan duruşu. Ben de gerçek bi devrimci görmek istedim. Bu yalnız ardıca geldim. Bunun böyle tek başına ve dimdik duruşu çok etkiledi beni. Ben gerçek bir devrimci nasıl olur ondan öğrendim. Onun gibi eşhedü demeyi öğrendim. Eşhedü. Ben şahidim. Herkes duysun: Yargıç değilim yargılamam, Avukat değilim savunmam, Savcı değilim suçlamam, Herkes ve her şey duysun. Kendime şahidim, zamana şahidim, sonsuzluğa şahidim. Ve herkes ve herşey de şahit olsun ki, bu devrimci duruşumla bütün evreni selamlıyorum. Ve tıpkı bu yalnız ardıç gibi tek başıma dimdik herkesi ve her şeyi kucaklıyorum. 

Yaşayarak Öğrenme

Bir çocuk kınanırsa her zaman
O da yapamaz başkalarını ayıplamadan
Ve düşmanlık görürse durmadan
Kaçamaz hiçbir zaman kavgadan

Onunla edilirse alay


Utancı öğrenir en kolay
Ve utançla yaşarsa eğer
Suçlamayı kendisine iş eder

Hoşgörü esirgenmezse ondan


Sabrı da öğrenir bir yandan
Ve verilirse ona cesaret
Nedir, öğrenir kendine güvenmek

Övgüyle ödüle layık görülürse çocuk


Hep almayı değil, vermeyi de öğrenir çabuk
Ve güven duyulmuşsa kendisine
O da kulak verecektir dostluğun sesine

Bir çocuk başkalarından görürse beğeni


Bilir kendisinin de sevmesi gerektiğini
Ve ilgi, dostluk görürse eğer
Sevgiyi sevgiyle yürekten sezer

Sevgiyi bulunca kucak dolusu


Dünya ile arkadaşlık kurmakta
Kalmaz korkusu...

Kelimeler Albayım, bazı anlamlara gelmiyor


Fakat Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor Albayım. Öyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu Albayım? Yok. Peki Albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat Albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size, nasıl kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayım Albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum Albayım. Kelimeler… Kelimeler Albayım, bazı anlamlara gelmiyor…

Tehlikeli Oyunlar, Oğuz Atay

Mutlu Yıllar


Benim için siler misin geceyi gökyüzünden
Benim için tutar mısın kendi ellerinden
Benim için okşar mısın saçının her telini
Kendin için yakar mısın mumları bu gece

Ölümcül hastalığı olan var mı?

Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
 
Bir katılımcı: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarıyla yok.
 
Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?
 
Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: Ölüm.
 
Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına gelmesi kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır...
 
Cüceloğlu: Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
 
Katılımcılar: Hayır
 
Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?
 
Bir katılımcı: Var.
 
Cüceloğlu: Yarın?
 
Bir katılımcı: Evet.
 
Cüceloğlu: 30 yıl sonra?
 
Bir katılımcı: Olabilir.
 
Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.
 
Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?
 
Bir katılımcı: Yoktur Hocam.
 
Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlar.
 
Bir katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?
 
Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
 
Bir katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.
 
Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir "Seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
 
Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?

Doğan Cüceloğlu